20 Ağustos 2016 Cumartesi

Fırtınalı Gökyüzümün Yağmuru

Sert rüzgar saçlarımı hırpalıyor, ağaçlar o kadar hızlı geçiyor ki sayamıyordum. Saçlarımı alaşağı eden bu rüzgar, seninle el ele tutuşup sokaklarda koşuştuğumuıız zamanı getirdi aklıma. Koşmanın verdiği  nefes almada hızlılık seni gördükçe iyice beter hale gelirdi. Yine öyleydim ama bu sefer heyecansız kuru kuru bir nefes alamama.

  Arabanın arka koltuğunda ellerimi bağlamış uslu bir çocuk gibi oturuyorum. Nereye gittiğimi bilmez bir şekilde. Sormaya da çok mecalim yok. Merakıma yenik düşerek soruyorum.

- Nereye İsmail abi?
- ...

Uzun bir soluk alıyor. Cevap yok. Merakımı dışarıya bakarak dindirmeye çalıştım fakat pek bir yararı olmadı. Bekledim, bu kez nereye savrulduğumu öğrenmek için bekledim.

  Fırtına içindeki yaprak parçası gibiyim Leman. Sürekli savruluyorum, hiç bir tutunacak dalım kalmamış gibi. Yağmuru bekliyorum. Dinse fırtına, yağsa da dindirse beni. Savrulmasam artık, bir yere ait hissetsem. Sen varken böyleydi Leman yerim evim sendin başka kapım yoktu benim.

  Sen gideli gökyüzüm karanlık, denizim dalgalı, gözlerim buğulu, boğazım düğüm, sırtım kambur.

  Evimizden taşınmayı düşünüyorum Leman. Sen gideli çok büyük geliyor bu ev bana. Çoğu geceler ışığı açmıyorum senden kalan eşyaların etrafta olması beni rahatsız ediyor. Gitmeyi deniyorum. Bu evden, bu mahalleden, bu şehirden. Ne zaman yeltensem başarısız oluyorum. Ben buralarda tanıdım seni şimdi nasıl bırakırım?  Sen bıraktın. Beni bu evi, bu şehri bıraktın. Koskoca şehri benim üstüme bıraktın. Gittin, şimdi ne şehir beni sığdırabiliyor ne de ben bu şehre sığabiliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder